Kuran'a göre islam

İslam dinini kaynağı

Kuranda Savm ve siyam kelimeleriyle geçen orucun kelime anlamı kendini tutmak demektir. Allahın emri olan oruçta kendimizi yemekten, içmekte...

Kuranda Savm ve siyam kelimeleriyle geçen orucun kelime anlamı kendini tutmak demektir. Allahın emri olan oruçta kendimizi yemekten, içmekten, cinsellikten bir ay boyunca gündüzleri tutarız. Bu bir aylık ramazan ayı islamın şiarıdır. İslam dininin temel emirleri ilk insandan son insana kadar aynı kalacaktır. Adem aleyhisselamdan bu yana namaz, oruç, hac, zekat gibi ibadetler devam etmektedir. Şimdi oruçla ilgili emirlere bakalım.

Ey iman edenler! Oruç sizden önceki kimselere yazıldığı gibi size de yazıldı. Umulur ki sakınırsınız. (2/Bakara 183)


Oruç ibadeti ramazan ayı boyunca sabaha karşı başlayıp akşam olunca bitmektedir. Bir aylık oruç ayında Allah rızası için dünya zevklerine ara verilir. Gündüzleri yemek, içmek, cinsellik haram olur. Ramazan ayında mutlaka oruç tutmak gerekir. Bütün yılı oruçlu geçirseniz ramazan ayında bir gün tuttuğunuz oruç kadar sevap kazanamazsınız. Çünkü bu ayda saklı olan kadir gecesinde Kuran inmeye başlamıştır. Bunun şerefine bir aylık oruç tutarız, ibadetlerimizi yoğunlaştırırız, kendimize çeki düzen veririz.

Ramazan ayı ki; insanlar için bir rehber olan, hidayetten deliller sunan, hak ile bâtılı ayıran Kuran onda indirildi. Artık sizden kim bu aya şahit olursa onu oruçlu geçirsin. Kim de hasta veya yolculukta olursa iddeti başka günlerden tamamlasın. Allah size kolaylık diler, size zorluk dilemez ki sayıyı tamamlayın ve Allah’ı tekbir edin diye Allah sizi doğruya iletti, Umulur ki şükredersiniz. (2/Bakara 185)


Oruç tutmama bahanesi olarak kabul edilen iki şey vardır. Birincisi hasta olmak, ikincisi yolcu olmak. Yatak döşek hasta olanlar ve uzun yolculuk yapanlar için daha sonra tutabilme, telafi edebilme kolaylığı getirilmiştir. Şimdi oruca başlama vaktine değinelim;

Oruç gecesi size cinsellik helal kılındı. Kadınlarınız sizin için bir elbise, siz de onlar için bir elbisesiniz. Allah sizin nefsinize karşı koyamadığınızı bildi, böylece sizden tövbenizi kabul etti ve sizi affetti. Öyleyse şimdi temas edin onlara ve Allah’ın sizin için yazdığı şeyi isteyin. Fecrin siyah ipliği beyaz iplikten sizce belli olana kadar (tan yeri ağarana kadar) yeyin ve için. Sonra orucu geceye kadar tamamlayın. Mescidlerde itikafta/devamlı ibadette iken (geceleri de) onlara temas etmeyin. Bu Allah’ın sınırıdır, öyleyse ona yaklaşmayın. İşte böyle, Allah ayetlerini insanlar için beyan ediyor. Umulur ki takvalı olurlar. (Bakara suresi 187)


Ramazan ayında geceleri cinselliğin helal olduğuyla başlayan ayette oruç vakitleri tayin edilmiştir. Fecr vaktinden kasıt; alt kısımdan gündüzün aydınlığı çıkarken üst kısımda gecenin karanlığı yok olmaya başlar ve ortada kızıllık oluşur. İşte bu gecenin bitiş zamanı oruca başlama vaktidir. Oruç açma vakti de gündüzün bitiş zamanıdır, bu yüzden hava kararmadan akşam ezanıyla orucu açarız. Pencereden fecr vaktini göremeyenler güneş doğuş saatine bakıp yarım saat önce oruca başlayarak işini sağlama alabilirler.

Ayetteki cinsellik yasağı ise ilk inen ayetin geceleri de cinselliği yasakladığını ama sahabelerin buna sabredemeyince o hükmün kaldırıldığını/nesh edildiğini anlatmaktadır. Yeni ayetin inmesiyle ramazan ayında geceleri cinsellik yasağı kalktı. Lakin kadir gecesini içinde barındıran son on günde itikafa/devamlı ibadete girenler için geceleri de cinsellik yasak olur.

İtikaf ibadeti unutulmuş bir sünnettir, peygamberimiz ve sahabeler ramazan ayının son on gününü mescide kapanarak bütün günü ibadetle geçirirdi. Gece gündüz ara vermeden namaz kılar, tespihat yapar, manevi derecesini yükseltirlerdi. Sadece tuvalet ihtiyacı ve abdest almak için mescidden çıkarlardı. Bu on günlük yoğun ibadet içerisinde kadir gecesini de barındırdığı için feyizli bereketli günler geçirmişlerdi.

Peki orucu bozan haller sadece yemek, içmek, cinsellik midir? Mesela aşı olmak orucu bozar mı, adet olmak orucu bozar mı, oruçken banyo yapılır mı? Bunların cevabı için: Orucu bozan haller nelerdir?

Artmak ve arınmak anlamına gelen zekat, müslümanların kazancı üzerindeki fakirlerin hakkıdır. Peygamberimiz zekat miktarının 1/40 yani %2.5 ...

Artmak ve arınmak anlamına gelen zekat, müslümanların kazancı üzerindeki fakirlerin hakkıdır. Peygamberimiz zekat miktarının 1/40 yani %2.5 olduğunu söylemiş, bunu bağlantılı ayetleri kullanarak hesaplamıştır.

ZEKAT NE KADAR VERİLİR?

Kuranda zekat miktarını belirten mustakil ayet olmasa da "Ganimetin beşte biri Allah'a..." (8:41) diyen ve 1/5 yani %20 oran veren ayet mevcuttur. Bu oranı ayırdıktan sonra ayetin devamında sayılan 5 güruha pay edilir yani %20 / 5 güruh = %4 pay alırlar. Şimdi aynı matematiği zekat için de düşünelim. Yüce Allah sadaka verilecek kişileri 9:60 ayette 8 güruh olarak saymıştır. %20 / 8 = %2.5 yapar yani 1/40. Bu şekilde Kuranda zekat miktarını buluyoruz. Kuran müslümanı olan peygamberimiz de bu şekilde bu şekilde hesaplamış olmalıdır.

ZEKAT NE ZAMAN VERİLİR?

Zekat verilecek zaman, hasat yapılan gündür. Kuranda çiftçiler üzerinden örnek verilerek "hasat günü hakkını verin" (6:141) buyrulmuştur. Hasat yapılınca yani ürün elimize geçince fakirlerin payı ayrılmalıdır. "İsteyen ve (utanıp) isteyemeyenler için mallarında hak vardı" (51/Zariyat 19)

Peki "ben çiftçi değilim, tüccarım, memurum, işçiyim nasıl zekat vereceğim? " Hasat günü fakirin hakkını ayırmak üzerinden düşünürsek satış yapılan gün/maaş alınan gün de zekat ayırmak gerekir. Yani zekat verilecek paranın üzerinden 1 sene geçmesine gerek yok. Zaten 1 yıl geçsin diye beklediğimiz zaman o paranın harcanıp bitme riski de var. Bu yüzden hasat yaptığımız gün hakkını ayırmak gerektiği söylenmiştir.

Örneğin bir ev satışından gelen büyük paranın %2.5 zekat payı ayrılıp cüzdana koyulmalıdır. Yahut maaş aldıktan sonra %2.5 pay ayrılıp cüzdana koyulmalıdır. Böylece her sene "zekatım ne kadar, hangi malımın zekatını vermeliyim" diye düşünmeye gerek kalmaz. Hasat günü/satış günü/maaş günü hemen zekat işini hallederiz. Bu oranları çok az bulup "zekat miktarı canını acıttığı kadar, ne kadar çok verirsen o kadar iyi" diyenler çıkabilmektedir. Oysa cimri bir insanın canını acıtan bundan daha da az miktarlar olabilir, mesela cimri kişi 1/40 yani %2.5 mikatarı çok bulup 1/100 yani %1 verebilir. Bu yüzden bir alt sınır olması gerekir. Alt sınır da geleneğin doğru aktardığı kırkta birdir.

Nasıl ki "hac bilinen aylarda" (2:197) denerek geleneğe atıf yapılmış ve doğru şekilde aktarıldığına dikkat çekilmiş ise, nasıl ki namaz hareketlerini cibril meleğinin öğrettiği (53:5) şekilde peygamberden gördüğümüz gibi yapıyorsak ve "secde edin" ayetini görünce "yere boylu boyunca uzanın" olarak değil "alnı, elleri, dizleri, ayak parmaklarını yere koymak" olarak anlıyor isek zekat deyince de kırkta bir anlamakta sakınca yoktur. Çünkü Allah için ayrılan %20 oranı sadaka dağıtılacak 8 gruba böldüğümüz zaman kırkta bir elde ediyoruz.

Mezhepçiler tarafından geleneğe eklenen şey hasat günü değil bir yıl sonra zekat hesaplama yanlışıdır. Bir de tarım ürünlerindeki oranı taşıma su ile sulanmış ise 1/20, yağmurla sulanmış ise 1/10 yapmış olmalarıdır. Oysa ticaret malındaki oran 1/40 iken tarım ürünlerindeki oranın 1/10 olması haksız bir paydır. Zirratçiler daha mı fazla kazanıyor ki tacirlerden daha çok pay versin? Dolayısıyla bütün alanlarda 1/40 oranı baz alabiliriz. Mesela 40 çita balı olan 1 çita balı fakire verir, mesela düğünde 40 çeyrek altın takılan kişi 1 çeyrek altını zekat olarak verir, mesela 200.000 liraya ev sattınız bunun 5000 lirası zekat olarak verilmelidir, mesela 10.000 lira maaş aldınız bunun 250 lirası zekat olarak verilmelidir. Bunun gibi her konuda 1/40 baz alınarak zekat yükünden, fakirlerin hakkından kurtulabiliriz.

SALAT NEDİR? Kuran kavramlarından birisi olan salat, çok anlamlı kelimelerden biridir ve hangi anlama geldiğini anlamak için cümle içindek...

SALAT NEDİR?

Kuran kavramlarından birisi olan salat, çok anlamlı kelimelerden biridir ve hangi anlama geldiğini anlamak için cümle içindeki kullanımı + kime salat edildiğine bakılır. Örneğin;

1) Allahtan kula salat
2) Kuldan Allah'a salat
3) Kuldan kula salat

Allah kuluna salat ediyorsa; ilim ve hikmet verir, doğruyu yanlışı ayırt etme yeteneği verir, işlerini yoluna koyar, kendisine ibadet etmesine izin verir, savaşta melekleri yardıma gönderir.

Kullar Allah'a salat ediyorsa; namaz kılar, dua eder, zikir tespihat yapar., kendisi ve müminler için istiğfar eder.

Kullar birbirine salat ediyorsa; selamlaşır, hal hatır sorar, hakkı ve sabrı tavsiye eder, ihtiyacını giderir, moral verici konuşur, kendisi için istediğini başkası için de ister.

KURANDA SALAT VAKİTLERİ!

İnsandan Allah'a salat vakitlere bağlanmış ve güneşin hareketlerine göre tayin edilmiştir. Bu vakitlerde Allah'a salatın vücut bulmuş hali olan namaz kılınır. .

“…Şüphesiz o salat müminler üzerine vakitli yazılmıştır.’’ [4/Nisa 103] ayeti salatın gün içinde belli vakitlerde farz olduğunu bildiriyor. Bu vakitlere İsra 78 ve Hud 114.ayetlerde işaret ediliyor.

Salata devam et, güneşin batıya yönelmesinden gecenin kararmasına kadar. Ve fecr Kuranı/toplanması varya şüphesiz fecr Kuranı şahit olunandır. [17/İsra 78]


ayetinde “güneşin batıya yönelmesinden” kasıt öğlen en tepeye çıktıktan sonra batıya doğru seyrine devam etmesidir yani öğlen vaktine işaret eder. “Gecenin kararmasına kadar” ifadesi de yatsının günün son salat vakti olduğuna dikkat çeker çünkü güneş batınca gece kararmış olmaz, fecr vaktindeki gibi gündüze yakın bir görüntü olur. Gecenin kararması için güneş battıktan sonra 1 saat geçmelidir ki gece kararmış olsun. Ayetin son cümlesinde ise “Fecr Kuranı” diyerek tan yerinin ağarma vaktine işaret eder. Kurandan kasıt kelime anlamı olan “bir araya getirmek, katmak, okunan” mıdır yoksa kutsal kitabımıza özel isim olan Kuran mıdır onu bilemem ama kelime anlamını alsak da özel anlamını alsak da fecr vaktinde salat vakti tayin edildiği ortada. İsra 78.ayet bize sabah, öğlen ve yatsı olmak üzere 3 vakit verdi. Diğer ayete geçelim;

Salata devam et, gündüzün iki tarafında ve geceden (gündüze) yakın zamanda. Şüphesiz iyilikler kötülükleri giderir. Bu zikredenler için bir zikirdir. [11/Hud 114]


ayetinde “gündüzün iki tarafında” (ucunda değil tarafında) diyerek havanın aydınlık olduğu iki vakte yani öğlen ve ikindi vaktine işaret eder. Zira gündüz havanın aydınlık olduğu zamandır. Biraz önce günün ilk salat vaktinin öğlen olduğunu görmüştük. “Geceden yakın zamanda” ifadesi ise gündüze/aydınlığa yakın vakitlerden bahseder. Güneş doğmadan önce gündüze yakındır, battıktan sonra da gündüze yakındır. Tan yerindeki kızıllık sabah salatı vaktidir, güneş battıktan sonra tan yerindeki kızıllık akşam salatı vaktidir. Bu vakitler ayrıca oruca başlama ve bitirme vaktidir. Hud 114.ayet de bize öğlen, ikindi, akşam ve sabah vakitlerini verdi. İki ayeti birlikte okuyunca 5 vakit salat oldu.

Soru: Allah'a ve Kuran'a inanmayan ama; herkese iyilik yapan, kimseye zararı dokunmayan, hayvanlara eziyet etmeyen, doğayı koruy...

iyilik yapan ateistler

Soru: Allah'a ve Kuran'a inanmayan ama; herkese iyilik yapan, kimseye zararı dokunmayan, hayvanlara eziyet etmeyen, doğayı koruyan kişilerin akıbeti ne olacak? İyilik yapan ateistler de cennete gidebilir mi? Sonuçta bütün dinler insanlara iyilik yapmasını tavsiye etmek için gönderildi değil mi? Benim mantığıma göre iyilik yapan herkesin cennete gitmesi lazım, sırf inanmadı diye cehenneme atılır mı bir insan. Ayrıca Hakikat Kitabı isimli bir kitapla karşılaştım. Onda iman etmeyen kâfirlerin yeniden dünyaya gönderileceği ve yeniden imtihan edileceği yazıyor. Bu da bana mantıklı geliyor, sırf inanmadı diye derileri pişiren bir tanrıya inanmakta zorlanıyorum.

Cevap: Piyasada İslam dinini savunduğunu söyleyen pek çok kitap var lakin bir çoğunun içinde tasavvuf öğretileri, uydurma hadisler, çarpıtılmış ayetler mevcut. Dünyaya yeniden gelme (tenasüh) konusu ise Kuran temelli değildir. Kuran ile tanışmış olmanız ve düşünüp taşınacak kadar ömür verilmiş olması bir nimettir. Buna rağmen inkârcı olan kişi yeniden doğsa bile yine inkârcı olacaktır.

Ve kafir kimseler, onlar için cehennem ateşi vardır. Onlara hüküm verilmez ki böylece ölsünler ve kendilerinden onun azabı hafifletilmez. İşte böyle cezalandırırız her nankörü. Ve onlar, orada feryad ederler: ‘’Rabbimiz! Bizi çıkar da iyi işler yapalım, yapmış olduklarımız dışında.’’ Size tezekkür edecek kişinin tezekkür edebileceği kadar ömür vermedik mi? Size uyarıcı da gelmişti. Öyleyse tadın, artık zalimler için bir yardımcı yoktur. [Fâtır Suresi 36-37] 

Ateistlerin akıbeti konusunda ise en sahih bilgi Kuran'da mevcuttur. Cevabı bulmak için konuyla ilgili ayetlere bakmak gerekir. Konu dışı ayetlere bakmak, bağlantısız ayetleri delil göstermek sadece kendini kandırmak olacaktır. Ateistlerin akıbeti konusundaki ayetler, çok açık ve net bir şekilde onların yaptığı iyiliklerin değerinin olmadığını bildirmektedir. Rüzgarın bir yerde toplanmış tozu savurup atması gibi, inkârcılık da birikmiş iyilikleri savurup atar. İlgili ayet şöyledir;

''Rablerini inkâr edenlerin durumu, fırtınalı bir günde rüzgarın savurduğu küle benzer. Kazandıklarından birşey elde edemezler. İşte bu uzak bir dalalettir.'' [İbrahim Suresi 18] 

Yüce Allah, ''İyilik yapan ateistlerin akıbeti ne olacak'' sorusuna nokta atışıyla cevap vermiştir. Bize mantıksız gelen şeyler, gerçekte doğru olabilir ve inkârı sonucunda ahiret hayatımız kararabilir. Nitekim insan mantığı çok sınırlıdır ve gerçek bilgiye ancak Allah'tan gelen vahiyle ulaşılır. son nebi Muhammed aleyhisselam'a vahyedilen kutsal kitabımızda hayatın gerçekleri, yaratılma amacımız, ameller sonucundaki akıbetimiz, üstü kapalı olmadan apaçık şekilde bildirilmiştir. Kuran'a göre iman etmeyenler aslen iyi insan değildir ve Allah katında zalimdirler.

''Öyleyse, Allah'a yalanla iftira edenden veya onun ayetlerini yalanlayandan daha zalim kimdir? Şüphesiz ki o suçlular felaha eremez.'' [Yunus suresi 17] 

Allah'ın suçlu dediği kişiye kendi mantığımızla ''ama iyilik yapıyor, kimseye zararı yok, sırf inanmadı diye neden cehenneme gitsin'' diyerek itiraz edersek, ''..Çamurdan yaratığın kişi için mi secde edeyim?'' (İsra suresi 61) diyen İblis'ten ne farkımız kalır? İblis de Allah'ın emrini beğenmeyip itiraz ederek kendini şeytan yapmıştı. Öncesinde gayet dindar bir cindi. Allah'ın varlığını ve birliğini inkâr etmediği halde bir emri mantıksız bulduğu için kâfir olmuştu. Şimdi iyilik yapan ateistlerin akıbetiyle ilgili diğer ayete bakalım.

''Onlar ki ayetlerimizi ve ahirete kavuşmayı yalanladılar. Heba oldu onların amelleri. Onlar yaptıklarından başka şeyle cezalandırılır mı?'' [Araf suresi 147] 
''Deki: ''Amelleri hüsrana uğrayanları size haber vereyim mi?'' Onlar ki dünya hayatındaki çalışmaları saptı. Ve onlar güzel davrandıklarını zanneder. İşte onlar rablerinin ayetlerini ve ona kavuşmayı inkâr ettiler. Böylece heba oldu onların amelleri. Artık onlara kıyamet günü terazi kurulmaz. İşte onların cezası cehennemdir. İnkar ettiler, ayetlerimi ve resullerimi alay konusu edindiler. [Kehf Suresi 103-106] 

Yüce Allah yine nokta atışı yaparak ahirete inanmayanların akıbetini bildirmiştir. İmansızların amelleri heba olmuş, yaptıkları iyilikler boşa gitmiştir. Sonuç olarak, cennete gitmek için kesinlikle Allah'a ve ahirete iman etmek gerekir. Bu iki şart imanın 5 şartından ikisidir. Diğer şartlar şöyle sayılmıştır: ''..Ve kim; Allah'ı, meleklerini, kitaplarını, resûllerini ve kıyamet gününü inkâr ederse, o taktirde derin bir dalâletle düşmüş olur.'' [Nisa Suresi 136]

Ateistler bunlardan hiç birine inanmadığı için yaratıcısına karşı nankörlük etmiş olurlar. Bir misal verelim: Çok güzel bir yağlı boya tablosu görsek, bunu çizen ressam ne kadar yetenekli bir sanatçıymış deriz. Aynı şekilde evreni görünce de ''bunu yapan kişi ne büyük sanatçı'' demek icab eder. Aksi halde ressamı da inkar etmek lazımdır ki aklı başında hiç kimse bir tablonun kendi kendine çizildiğine inanmaz. Yüce Allah sanatının takdir edilmesini istemekte ve yarattığı kulların kendisini övmesini, şükretmesini beklemektedir. Bunca şeyi yaratan kişi övülmeye de layıktır. Bu yüzden ''Cinleri ve insanları bana kulluk etmeleri dışında yaratmadım'' (Zariyat 56) buyurmuştur. Kulluk ise ona inanıp bağlanmakla, şükretmek için ibadet etmekle olur. Karşılığında ise yüce cennetler vaad etmiştir. Allah'a kulluk etmenin mükafatı çok büyüktür.

Kuran’daki ‘’Allah ve Resulü’’ ayetleri; iki tane şeriat koyucu vardır, Allah ayrı hükümler koyar, resul de ayrı hükümler koyar demek değ...


Kuran’daki ‘’Allah ve Resulü’’ ayetleri; iki tane şeriat koyucu vardır, Allah ayrı hükümler koyar, resul de ayrı hükümler koyar demek değildir. Allah’ın resul aracılığıyla bildirdiği hükümler demektir. Allah teala hükümlerini resulü aracılığıyla bildirdiği için ‘’Allah ve Resulü’’ ifadesi kullanılmıştır. Bu yüzden Resul‘e isyan Allah’a isyandır. Resul’e uymanın ayetlere uymak olduğu, Kasas Suresi 47 ve Taha suresi 134. ayetlerde açıkça bildirilmiştir.

Kendi elleriyle yaptıkları sebebiyle onlara bir musibet isabet etseydi, o takdirde derlerdi ki: ‘’Rabbimiz! Keşke bize bir resul gönderseydin böylece senin ayetlerine tâbi olup müminlerden olurduk’’ [Kasas Suresi 47]
Ondan önce onları bir azapla helak etseydik elbette şöyle derlerdi: ‘’Rabbimiz! Keşke bize bir resul gönderseydin böylece senin ayetlerine tâbi olurduk şu zelil duruma düşmeden önce. [Taha Suresi 134]

Diğer Örnekler;

Müşriklerden anlaşma yaptığınız kimselere Allah ve resulünden ihtardır.(Tevbe 1) ayetinde hem Allah’tan hem de Resul’den iki tane ihtar gelmemiştir. Allah’ın uyarısı Resul ile bildirildiği için ‘’Allah ve Resulü’’ kalıbıyla ifade edilmiştir.

Ey iman edenler! Allah'a takvalı oldun, eğer mümin olduysanız faizden kalan kısmı bırakın. Eğer böyle yapmazsanız Allah ve resulü tarafından harb olduğunu anlayın. Eğer tövbe ederseniz ana mallarınız sizindir. Ne siz zulm edersiniz nede zulme uğrarsınız. (Bakara Suresi 278-279) ayetinde hem Allah’tan hem de Resul’den iki ayrı savaş olduğundan bahsedilmez. Faiz ile (tefecilik) haksız kazanç elde edenlerin ana parasını alıp üzerine eklediğinden vaz geçmesi istenir. Bu emir Allah’tan geldiği ve Resulün ağzından çıktığı için ‘’Allah ve Resulü’’ olarak ifade edilmiştir.

Araplardan  kendilerine izin verilmesi için mazeret sunmaya gelenler oldu. Allah ve resulune yalan söyleyen kimseler oturup kaldılar. Onlardan kâfir olanlara acıklı bir azap erişecektir. (Tevbe 90) ayetinde yalan bahaneler üretip savaşa katılmayan munafıklar, resule yalan söylediği halde ‘’Allah ve resulune yalan söyledi’’ olarak geçer. Zira uydurdukları bahane önce Allah’a karşı yalandı sonra da resule karşı yalandı. Allah’a ayrı yalan, resule de ayrı yalan söylemediler.
Resul’ün görevi tebliğdir!

Resul'ün görevi Kuran'ı tebliğ etmektir!

Ey Resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer yapmazsan onun risaletini duyurmuş olmazsın. Allah seni korur insanlardan. Şüphesiz ki Allah kafirler kavmini hidayete ulaştırmaz. (Maide suresi 67)  
..Öyleyse, resule düşen apaçık bir tebliğden başkası mıdır?  (Nahl Suresi 35)

Resul Kuran'a tabi olmuştur!

Onlara apaçık ayetlerimiz okunduğu zaman bize kavuşmayı ummayan kimseler derler ki: ''Bize bundan başka bir Kuran getir veya bunu değiştir.'' Deki: ''Benim onu kendi tarafımca değiştirmem asla olmaz. Ancak bana vahyedilen şeye tâbi olurum. Rabbime isyan edersem büyük bir günün azabından korkarım’’(Yunus Suresi 15)

Soru: Kuranda namaz emredilir mi? Salat namaz değildir diyenler islamda rituel ibadet olmadığını iddia ediyor. Secde kelimesine de yere kapa...

Soru: Kuranda namaz emredilir mi? Salat namaz değildir diyenler islamda rituel ibadet olmadığını iddia ediyor. Secde kelimesine de yere kapanmak anlamı vermiyorlar. Kabe'yi de kutsal saymıyorlar. Namazla bağlantılı hiçbirşeyi kabul etmiyorlar. Kuranda salat nasıl geçer, secde nasıl geçer, kabe nasıl geçer? Bu namaz inkarcıları nasıl böyle şeyler söyleyebiliyorlar, milyonlarca müslümanın kıldığı namazı nasıl inkar edebiliyorlar?

Cevap: Kendini islama nispet eden herkes müslüman değildir, birkaç ayete bakarak kendini müfessir zanneden, islamın şiarlarına düşman olan, islami hükümleri beğenmeyip babasının diniymiş gibi değiştiren modernistler vardır. Günümüzdeki namaz inkarcıları da hem dinden çıkmayı göze alamayan hem de Kuranı tahrif ederek dindar olmaya çalışan modernistlerdir. Bu modernistlerin en belirgin özelliği kelimelere alakasız anlamalr vermeleri yada çok anlamlı kelimelerin anlamını teke düşürmeleridir. Örneğin Türkçemizdeki "yüz" sözcüğü üzerinden örnek verirsek "hayvanın derisini yüzmek, denizde yüzmek, rakam olan yüz, masanın yüzü" gibi farklı anlamlara gelir. İşte modernistler bu anlamlardan birini seçerek diğer anlamları görmezden gelirler. Amaçları dindar olmak değil islama zarar vermek, gençleri gerçek islamdan uzak tutmaktır. Şimdi salat kelimesinin ve secde kelimesinin Kuranda nasıl geçtiğine bakacağız.

Salat nedir?

Salat bir trafik levhası gibidir, farklı yönleri gösterir. Örneğin Kuranda salat trafiği şöyledir: 1- Allahtan insana salat, 2- İnsandan Allaha salat, 3- İnsandan salat, 4- Meleklerden insana salat şeklinde 4 çeşit salat vardır. Kısaca özetlemek gerekirse;

1- Allahtan insana salat: hidayet, rahmet, karanlıktan aydınlığa çıkarmak.
2- İnsandan Allaha salat: namaz, dua, tespihat.
3- İnsandan insana salat: manevi destek ve hayır duası.
4- Meleklerden insana salat: hayır duası, savaşta yardım.

Bu saydığımız 4 salat trafiği Kuranda geçmektedir. (Detaylar: Kuranda salat)

Secde nedir?

Secde kelimesi de bir şeyi itiraz etmeden kabul etmek ve yere kapanmak anlamlarına gelir. Soyut anlamı amenna deyip susmaktır, somut anlamı yere kapanmaktır. Secdenin yere kapanmak olmadığını söyleyenler soyut anlamda geçen ayetleri gösterir ve somut anlamda geçen ayetleri gizlerler. Tartışmalarında somut anlamı hiç dile getirmezler çünkü sapık oldukları hemen ortaya çıkar. Örneğin "güneşe ve aya secde etmeyin, onları yaratan Allaha secde edin" ayeti fiziksel secdeden bahseder. (Detaylar: Kuranda secde)

Kabe nedir?

Namaz inkarcısı modernistler islamın kutsalı olan kabeye de düşman olmuşlardır. Kabeyi İbrahim peygamberin yeniden inşa ettiğini, oraya gidip hacı olmayı emreden ayetleri, hacda yapılması gereken ibadetleri hep gizleyip alakasız yorumlar getirirler. (Detaylar: Kabe nedir)

Soru:  Cünüplük nedir, gusül abdesti nasıl alınır? Cevap: Cünüp/Cenabet: Pis, cünüp olmuş, cinsel organından meni çıkmış demektir. Cünü...

Soru: Cünüplük nedir, gusül abdesti nasıl alınır?

Cevap: Cünüp/Cenabet: Pis, cünüp olmuş, cinsel organından meni çıkmış demektir. Cünüp olan kişinin yıkanması (gusül abdesti) lazımdır. Kuran’da ‘’..Eğer cünüp olduysanız temizlenin..’’ (Maide 6) buyrulmuştur. Cünüp olmak için elle tatminle veya cinsel ilişki yoluyla boşalma gerçekleşmiş olması gerekir. Cünüplük cinsel organdan meni çıkması demektir.  ''Artık insan neden yaratıldığına baksın. Fışkıran/dökülen bir sudan (meniden) yaratıldı'' [Tarık Suresi 5-6] ayetinde meniden bahsedilmiştir. Bu meni vücuttan çıktığı zaman cünüp olunur.

Cinsel ilişki öncesindeki şeffaf sıvıya ise mezi denir. Mezi gelmesiyle cünüp olunmaz. Mezi ve meni farkı cünüplük teşhisi için önemlidir. Cinsel rüya gördükten sonra az miktarda mezi gelmişse sadece iç çamaşırı değiştirmek yeterlidir, banyo yapmaya gerek yoktur. Ama mezi miktarı çoksa ve kişi rüyada boşaldığını hatırlıyorsa cünüp olmuş demektir, banyo yapıp her yerini iyice yıkaması lazımdır. Özellikle ergenlikte mezi gelmesiyle cünüp olduğunu zanneden gençler günde birkaç kere banyo yapmaktadır. Buna hiç gerek yoktur çünkü meziyle cünüp olunmaz.

Rasûlullah’a Mezi’den sordum: “Mezi'den abdest, meni'den gusül gerekir” dedi. [Tirmizi: Temizlik 83 (114) Ravi: Ali] Yani renksiz sıvı olan mezi sadece abdesti bozar ve yeni iç çamaşırı giyip abdest alıp namaz kılınabilir. Şehvetle çıkan meni ise boy abdestini bozar ve banyo yapmayı gerektirir.

Gusül abdesti almak için önce cinsel bölgeler sabunla yıkanır. Sonra iç çamaşırı giyilir ve ‘’Niyet ettim gusül abdesti almaya’’ diyerek normal abdest alınır. Sonra başa, sağ omuza ve sol omuza su dökülür. Sonra bütün vücut ıslatılır ve iyice sabunla ovalanır. Durulandıktan sonra en son ayaklara su dökülür ve havlu ile kurulanır. Kıyafetler giyilir ve banyodan çıkılır. Böylece kişi cünüplükten kurtulmuş olur. Cünüplükten temizlenen kişi artık ibadet edebilir.

Soru : Mesnevi Kuran tefsiri midir? Bir arkadaşım ''Mesnevi okursan Kuran okumana gerek kalmaz'' dedi. Kuran'ı anlama...

Soru: Mesnevi Kuran tefsiri midir? Bir arkadaşım ''Mesnevi okursan Kuran okumana gerek kalmaz'' dedi. Kuran'ı anlamak için hangi tefsiri okumalıyız?

Cevap: Kuran'ı anlamak için yine Kuran'ın kendisini okumak lazımdır. Eğer arapça bilmiyorsanız birkaç tane meali okuyabilirsiniz. Mesnevi ise Celaleddin Rumi'nin kendi elleriyle yazıp ''Allah'tan geldi'' dediği sahte kutsal kitaptır. Rumiler bu kitabı Kuran'ın önüne geçirmek için ''Mesnevi okuyun, Mesnevi Kuran tefsiridir'' derler. Böylece müslümanları Kuran'dan uzak tutmaya çalışırlar. Zaten anadoluda yaygın olan ''Siz Kuran'ı anlayamazsınız, onu Allah dostları anlar, anlamadan okuyup yükseğe kaldırın'' iddiaları da sufizm dininin etkisidir. Şeyh-Gavs-Mürit gibi terimler İslam dininde yoktur. Mistik bir din olan Sufizm dininden gelmektedir. Peygamberimizin ashabı da mürit değil, arkadaşlarıydı. Kuran'da ''Arkadaşınız Muhammed'' olarak geçer çünkü 40 yaşına kadar Muhammed aleyhisselam mekkelilerin arkadaşıydı. 40 yaşından sonra vahiy almaya başlayınca da efendileri olmadı, arkadaşları olarak kalmaya devam etti.

Şimdi Mesnevi'nin neden Kuran tefsiri olamayacağına değinelim. Mevlana denilen Celaleddin Rumi'nin din anlayışına baktığımızda, bırakın Kuran tefsiri yazmayı müslüman bile olmadığı görürüz. Müslümanlığı kabul etmemiş ''ne müslümanım nede kafirim'' diyerek dinsiz olduğunu belirtmiştir. Kendi yazdığı kitabı vahiy olarak tanıtmış ve ''Mesnevi neden Kuran olmasın'' diyerek yeni kutsal kitap uydurmuştur. Ayrıca kadınları aşağılamış, kadın aklını çocuk aklıyla bir tutmuştur. Cinsel hikayeler anlatıp insanların biliç altına sapıkça ilişkiler sokmuştur. Şarap içmeyi kendine helal etmiş, cahil halka yasak olduğunu söylemiştir. Kâbe'yi put olarak görmüş, müslümanların hacı olmasını engellemiştir. En ilginci de kendisini Allah olarak tanıtmış, inşallah demeyi yasaklamıştır. Özetle Mesnevi okursanız şeytani öğretilerle karşılaşırsınız. Mevlana'yı Allah dostu zannedenler için inanması zor olsa da deliller böyledir. Celaleddin Rumi'nin kitaplarına baktığımızda çarpık bir zihniyetle karşılaşırız. Ona ait olduğu söylenen kitaplar bir yığın saçmalıkla doludur.

Aşağıda okuyacağınız alıntılar; Mesnevi, Rubailer, Fihi Mafih, Ariflerin menkıbeleri gibi Mevlevilerin baş ucu kitaplarından alıntılanmıştır. Ayrıca ilahiyat alanında araştırma yapanların da bildiği şeylerdir. Yani bu sayfada okuyacaklarınız ilk kez ortaya atılmış şeyler değildir. Yayın evi ve sayfa numarasına kadar vereceğimiz bilgileri isterseniz kendiniz de kontrol edebilirsiniz. Şimdi Mevlana'yı daha yakından tanımaya başlayalım. Bakalım gerçek mevlana kimmiş.

1- Mesnevi vahiydir iddiası!

Celaleddin Rumi, mesnevi kitabının girişinde kendi yazdığı kitabın alemlerin rabbinden geldiğini söyler. Kuran tefsiri olarak lanse edilen bir kitap daha en başından tefsir değil yeni kutsal kitap olduğunu söylemektedir.
Mesnevi âlemlerin rabbinden inmedir, bâtıl ne önünden gelebilir ne ardından. Tanrı onu korur gözetir. Tanrı en iyi koruyandır, merhametlilerin en merhametlisidir. Mesnevi'nin bunlardan başka lâkapları da var, o lâkapları veren de tanrıdır. Fakat biz bu az lâkapları anarak sözü kısa kestik. Az çoğa, bir yudum su göle, bir avuç tane büyük bir harmana delâlet eder. [Mesnevi, Önsöz, Sayfa 7, cilt 1, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1995]
Dini sitelere baktığımızda Celaleddin Rumi'nin vahiy almasını gönül vahyi/ilham olarak yorumladıklarını görüyoruz. Özellikle ''Sorularla İslamiyet'' isimli sitede Allah dostlarının aldığı vahyin ilham olduğu söylenmektedir. ''Allah arıya bile vahyediyor, evliyalara da böyle vahyetmiştir''diyerek Allah dostu ilan ettikleri adama toz kondurmazlar. Gerçekte ise Celaleddin Rumi ilhamla değil bildiğimiz peygamberlere gelen vahiyle kitap yazdığını söylemiştir.

sahte peygamber celaleddin rumi


Mesnevi'nin 4.cildinde sofilerin ''vahil değil ilham'' diyerek gerçeği gizlediği yazmaktadır. Yani Celaleddin rumi'nin sahte peygamber olduğunu gizlemek için ''ilhamla yazdı'' diyenler aklımızla dalga geçmektedir.  Rumi'nin kendisi ''ilham değil vahiy'' diyerek yeni kutsal kitap indirildiğini ifade etmiştir.
‘’Bu ne yıldız bilgisidir ne remil ne de rüya. Tanrı doğrusunu daha iyi bilir ya Tanrı vahyidir! Sofiler bunu halktan gizlemek için gönül vahyi demişlerdir. Sen istersen onu gönül vahyi farzet. [Mesnevi, Cilt 4, Beyit: 1852-1854, Sayfa 151, MEB Yayınları 1995] 
İslam dininin kaynağı olan Kuran-ı Kerim'de ise kendi elleriyle kitap yazıp  Allah'tan geldi diyenler zalim olarak nitelenmiş ve cehenneme gidecekleri haber verilmiştir. Müslümanları Kuran'dan uzak tutmak için ''bana da vahyedildi'' diyen birinin cennete gitmesi de beklenemezdi değil mi?
''Kendisine birşey vahyedilmediği halde Allah'a karşı iftira ederek ''bana da vahyedildi'' diyenden ve ''yakında Allah'ın indirdiğinin benzerini indireceğim'' diyenden daha zalim kimdir? O zalimleri ölüm sarhoşluğunda bir görsen, melekler ellerini uzatırlar ve ''çıkarın nefsinizi bugün ceza günüdür, alçaltıcı bir azap var size çünkü Allah'a karşı hak olmayan şeyler söylediniz ve onun ayetlerine karşı kibirli oldunuz.'' [Enam suresi 93] 
Enam 93.ayette ''bana da vahiy geldi, kutsal kitap yazdım'' diyen Celaleddin Rumi gibi sahte peygamberlerin ölüm anında neler yaşadığı haber verilmiştir.  Melekler dayak atarak canlarını almış ve ruhları sıkıntı çekmeye başlamıştır. Konya'daki mevlana türbesinde yatan Rumi; kıyamete kadar kâbus görecek, kıyamet günü ise ateşe sokulacaktır. Buna rağmen türbesi akın akın ziyaret edilmektedir. Bu durum müslümanların kendi dininden habersiz olduğunu gösterir.

2- Mesnevi neden Kuran olmasın?

Kendi elleriyle yazdığı kitabın vahiy olduğunu söyleyen Rumi, bir müddet sonra kendi yalanına inanarak mesnevi'yi Kuran olarak görmüştür. Hatta ''mesnevi Kuran tefsiridir'' diyen oğlunu azarlamıştır.
Sultan Veled buyurdu ki: Dostlardan biri babama: Danişmentler ''Mevlana Mesnevi'ye niçin Kur'an diyor?'' diye benimle münakaşa ettiler. Ben kulunuz onlara cevaben: "Mesnevi Kuran tefsiridir dedim" diye şikayette bulundu. Babam bunu işitince bir müddet sustu, sonra: ''Ey köpek! Niçin Kur'an olmasın? Ey eşek! Niçin Kur'an olmasın? Ey kahpenin kardeşi! Niçin Kur'an olmasın? Peygamberlerin ve velilerin söz kalıpları içinde ilahi sırların nurlarından başka bir şey yoktur. Tanrı'nın kelamı onların temiz yüreklerinden kaynamış ve ırmak gibi olan dillerinden akmıştır.'' [Ariflerin Menkıbeleri 1, Ahmet Eflaki, sayfa 306, Hürriyet Yayınları 1973, Çeviri: Tahsin Yazıcı] 
Sevgi ve hoşgörü timsali olarak lanse edilen Celaleddin Rumi'nin tatlı diline bakar mısınız. Mesnevi Kuran Tefsiri diyen kim olursa olsun, kendi oğlu bile olsa ''Ey eşek, ey köpek, ey kahpenin kardeşi'' diyerek en ağır hakaretlerle azarlamıştır. Ayrıca çocuğun ''Ben kulunuz'' demesi de dikkat çekicidir çünkü müslümanlar Allah'a kul olurlar. Müritler ise Rumi'ye kul olmuştur. Bunun sebebi ise Rumi'nin kendini Allah ilan etmesidir.

3- Ben Allah'ım iddiası!

Celaleddin Rumi sadece kendi kitabını Kuran ilan etmekle kalmamış, insanları kendine kul etmiştir. Ben Allah'ım diyerek yeryüzünde ilahlık taslamıştır. Kuran'da Firavun'un ''Ben sizin yüce rabbinizim'' (Naziat 24) dediği bildirilmiştir. Celaleddin Rumi ise şirk'e yeni bir boyut kazandırıp ''Ben Allah'ım'' demiştir. Hem de İnşallah demeyi yasaklamıştır.
Bir gün Mevlana hazretleri şeyh Muhammed Hadim'e işaret ederek: "Git filan işi tamamla," buyurdu. Şeyh Muhammed de: "İnşallah!" dedi. Mevlana hazretleri bağırarak: "Ey aptal! Söyleyen kimdir?" diye sordu. Şeyh Muhammed derhal düşüp kendinden geçti, ağzından köpük çıkmağa başladı. Dostların hepsi başlarını açtı ve: "Şeyh Muhammed dervişlerin hizmetçisidir ve çok da gereklidir, artık küstahlık etmez," deyip secde ettiler. Mevlana derhal inayet nazarı ile şeyh Muhammed'e baktı, Şeyh Muhammed kendisine gelip tövbe etti. [Ariflerin menkıbeleri 1, Ahmet Eflaki, sayfa 203, Hürriyet Yayınları 1973, Çeviri: Tahsin Yazıcı] 
Bu hikayede Celaleddin Rumi, Muhammed Hadim isimli adama emir veriyor. Adam İnşallah deyince küplere binip ''Ben Allah'ım zaten, emri veren kim bre ahmak'' diyor. Bu kızgınlığın karşısında dayanamayıp yere yığılan mürit ayılınca ''Bir daha inşallah demeyeceğim'' diyerek Rumi'ye tövbe ediyor. Onu Allah olarak gördükleri için tövbeyi Rumi'ye yapmaları da normal. Müslümanlar ise Allah'a tövbe ederler. Gelecek zaman hakkında konuşurken de inşallah derler. Çünkü Allah bize inşallah demeyi öğretmiştir.
Bir şey için ''Bunu yarın mutlaka yapacağım'' deme. Ancak ''Allah dilerse'' Unuttuğun zaman rabbini zikret ve deki: ''Umarım rabbim beni bu durumdan olgunluğa daha yakın olana hidayet eder.'' [Kehf Suresi 23-24]
Ben Allah'ım deme sapkınlığı Celaleddin Rumi ile başlamış değildir. Rumi'den 300 yıl önce yaşayan Hallac Mansur (MS 858-922)  ''Ene el hak: Ben hakkım'' diyerek Allahlığını ilan etmiştir. Rumi de onun yolundan giderek kendisini Allah ilan etmiştir. Ben Allah'ım demeyi şöyle savunur:
Ben Allah’ım (Enel hak) demeyi insanlar büyüklük iddia etmek sanıyorlar. Ben hakkım demek büyük bir alçak gönüllülüktür. Bunun yerine ‘’Ben hakkın kuluyum, kölesiyim’’ diyen birisi kendi varlığı, diğeri tanrının varlığı olmak üzere iki varlık ispata kalkışır. Halbuki ‘’ben hakkım’’ diyen kendi varlığını yok ettiği için ‘’Ene el hak’’ diyor. Yani ‘’Ben yoğum hepsi O’dur. Allah’tan başka varlık yoktur. Ben sırf yokluğum ve hiçim.’’ Bu sözde alçak gönüllülük daha fazla mevcut değil midir? İşte bu yüzden halk bunun manasını anlamıyor. [Mevlana - Fihi Mafih, Sayfa 57, Maarif Basımevi, İstanbul 1958, Çeviri: Meliha Ülker Tarıkahya] 

Celaleddin Rumi; ''Enel hak: Ben hakkım'' şirkini savunmak için ''Ben Allah'ım'' demeyi alçak gönüllülük olarak göstermiş, ''Ben Allah'ın kuluyum'' demeyi ise kendini Allah'a ortak koşmak olarak sunuştur. Halbuki hem Allah vardır hem de yarattığı kullar vardır. Bu ikisi kıyas kabul etmez. Hiçbir şeye benzemeyen, eşi benzeri olmayan yüce yaratıcı Allah vardır, birde yüce yaratıcının yoktan var ettiği kullar vardır. İslam dininde insanlar Allah'ın kuludur. Bütün resuller Allah'a kul olmaya çağırmıştır.
Aksine, artık Allah'a kul ol ve şükredenlerden ol. [Zumer Suresi 66] 
Şüphesiz ki Allah benim de rabbim sizin de rabbinizdir. Öyleyse ona kulluk edin. Dosdoğru yol budur. [Ali İmran 51] 
Şüphesiz ki sana kitabı hak ile indirdik. Öyleyse Allah'a kulluk et, dini ona halis kıl. [Zumer suresi 2] 
Ve ben cinleri ve insanları bana kulluk etmeleri dışında yaratmadım. [Zariyat suresi 56] 
Her varlık Allah'ın yarattığı kul olduğu için ''Ben de varım'' demek kendini Allah'a ortak koşmak değildir. ''Ben de ilahım'' demek kendini Allah'a ortak koşmaktır. Sufiler ise Ben Allah'ım demeyi Ben Allah'ın kuluyum demeye tercih ederek kendilerini ilah yaparlar.
Ve onlardan kim ''Şüphesiz ben onun yanısıra ilahım'' derse işte onu cehennemle cezalandırırız. İşte böyledir zalimlerin cezası. [Enbiya suresi 29]

4- Veliler Allah'ın çocuğudur iddiası!

Kendisini Allah'ın çocuğu olarak göstermek isteyen Celaleddin Rumi, Allah adına söz uydurup velileri Allah'ın çocuğu ilan etmiştir. Yalanda sınır tanımayan Rumi, en büyük günah olan Allah'a çocuk isnad etme günahını ''Kuran tefsiri'' denilen masal kitabında şöyle işler;
Yavrum, veliler de tanrı çocuklarıdır. Onlar ortada olsun, olmasın. Tanrı mallarını canlarını korur, onların ahvalinden haberdardır. Sakın noksanlıklarını bulup aleyhlerinde gıybet etme. Onlar için kin güden onların öcünü alan tanrıdır. Tanrı dedi ki: Bu veliler benim çocuklarımdır. [Mesnevi, Cilt 3, Beyit: 79-80, Sayfa 7-8, Milli Eğitim Basımevi 1995]
İslam'da ise Allah'a çocuk isnad etmek çok büyük bir günahtır. Hem de gökleri çatırdatacak kadar büyük bir suçtur. İsa peygamberi Allah'ın çocuğu ilan edenler Kuran'da eleştirilir ve bu iddiadan vaz geçmezlerse cehenneme gidecekleri haber verilir. Aynı şirki Celaleddin Rumi de işlemektedir.
Rahman çocuk edindi dediler. Andolsun siz felaket birşeyle geldiniz. Neredeyse ondan gökler çatlayacak, yer yarılacak, dağlar çöküp yıkılacaktı. Rahman’a çocuk istedikleri için. Rahman'a çocuk edinmek yakışmaz. Şüphesiz ki göklerde ve yerde kim varsa hepsi sadece Rahman'a kul olarak gelecek. [Meryem suresi 88-93] 
Yahudiler ''Üzeyr Allah'ın oğludur'' ve Hristiyanlar ''Mesih (isa) Allah'ın oğludur'' dediler. Onların ağızları ile söyledikleri (uydurdukları) daha önceki kafirlerin sözlerine benziyor. Allah onları kahretsin, nasıl da (küfre) dönüyorlar. [Tevbe Suresi 30] 

5-  Allah mı büyük şeyh mi büyük?

Celaleddin Rumi'nin Sufizm dini baştan aşağı şirk içerir. Kendini Allah ilan eden, Allah dostu ilan ettikleri adamları Allah'ın çocuğu olarak gösteren zihniyet şeyhleri de Allah ile bir tutmuş ve Allah ile şeyh arasında fark olmadığını söylemiştir. Çünkü şeyhler Budizm'deki Nirvana'ya ulaşmak gibi Fenafillah denilen makama ulaşmış ve Allah'ta erimişlerdir. Böylece Allah şeyhde sudur etmiş, şeyh de Allah olmuştur. İkisi arasında fark yok ki diyerek şeyhin ilah olduğunu söylerler. Celaleddin Rumi müritlerine şeyhlerin de ilah olduğunu aşılamıştır. Allah ile şeyh arasında fark olmadığını aşılamak için mesnevi kitabında şöyle söyler.
O dua, yedi göğü de geçti, kabul edildi. O yoksulun işi, nihayet iyileşti, düzene girdi. Çünkü şeyhin o duası, her duaya benzemez. Şeyh, Tanrıda yok olmuştur, onun sözü Hak sözüdür. Tanrı, kendisinden bir şey isterse kendi isteğini nasıl reddeder? (Mevlana Mesnevi - cilt 5, Beyit 2242-2244) 
Medresede ders anlatırken de müritlerine Allah ile şeyh arasında fark yok inancını aşılamış, etrafındaki herkesi bu inanca çekmiştir.
Yine sultan veled buyurdu ki: Bir gün babam medresede bilgiler saçıyordu. (Bu sırada) : Gerçek mürit, kendi şeyhinin herkesten üstün olduğuna inanan kimsedir. öyle ki, bir adam Bayezid'in müritlerinden birine "Şeyhin mi büyük, yoksa Ebu Hanife mi?" diye sordu. Mürit: "Şeyhim," diye cevap verdi. Sonra: "Ebu Bekir mi büyük, senin şeyhin mi?" diye tekrar sordu. O yine "Şeyhim," diye cevap verdi. (Nihayet) o, birer birer bütün sahabeyi saydıktan sonra: "Muhammed mi büyük, senin şeyhin mi?" dedi. O yine: "Şeyhim büyüktür," dedi. En sonunda: "Tanrı mı büyük, senin şeyhin mi?" diye sordu. Mürit: "Ben Tanrı'yı şeyhimde gördüm, şeyhimden başka bir şey tanımam, hep onu tanırım," dedi. Başka bir müritten de: "Tanrı mı büyük, yoksa senin şeyhin mi?" diye sordular. O da: "Bu iki büyük arasında hiç fark yoktur," dedi. Ariflerden biri de: "Bu iki büyükten daha büyük biri lazımdır ki, o bu farkı ortaya koysun" demiştir. [Ariflerin Menkıbeleri 1, Ahmet Eflaki, Sayfa 310, Hürriyet Yayınları 1973] 
İslam dininde ise hiç kimse Allah ile bir tutulamaz ve hiç kimse Allah'tan daha çok sevilemez. ''Bu iki büyükten daha büyük biri lazımdır ki, o bu farkı ortaya koysun'' diyen sufiler, Allah ile kulları bir tutmaktadır. Peygamberler bile bu kadar kutsanmayı kabul etmemiştir. Son nebi Muhammed aleyhisselam şöyle demiştir: ''Deki: Ben ancak sizin gibi beşerim. Bana sizin ilahınızın tek ilah olduğu vahyolunuyor. Öyleyse ona yönelin ve istiğfar edin. Vay haline müşriklerin.'' [Fussilet Suresi 6] Evet, alemlere rahmet olarak gönderilen peygamberimiz ''Benimle Allah arasında fark yok'' dememiş, ben de sizin gibi insanım'' demiştir. Kuran'da Zuhruf 15.ayette kulları Allah'ın parçası olarak görenler ''Kefur: nankör, küfreden'' olarak nitelenmiştir. Bakara 165.ayette ise Müslümanların Allah’ı her şeyden üstün tutup her şeyden daha çok sevdiği bildirilir.
Kullarından ona bir parça isnad ettiler, şüphesiz ki insan elbette apaçık nankör'dür. [Zuhruf Suresi 15] 
İnsanlardan kimisi Allah'ın yanısıra ortaklar edinir, onları Allah'ı sever gibi severler. İman eden kimselerin Allah'a olan sevgisi daha şiddetlidir. Zalim kimseler keşke görselerdi, azabı gördüklerinde bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın azabının şiddetli olduğunu anlayacaklarını. [Bakara Suresi 165] 
İslam dininden çıkan Celaleddin Rumi, eleştirileri önlemek içinse ''Olgun/Bilgili kişiler kafir olsa bile küfür şeriat olur'' demiştir. Böylece kendi yolunu şeriat yapmak istemiştir.
İlletli kimse ne tutarsa illet olur. Kâmil, kâfir bile olsa o küfür din ve şeriat haline gelir. [Mesnevi, cilt 1, Beyit: 1613, Sayfa 129, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1995 , Çeviren: Veled İzbudak] 
Celaleddin Rumi'nin İslam'dan çıkması müslümanların şeriatını etkilemez. Sadece kendisi kâfir olmuş ve cehennemlik olmuş olur. Müslümanların şeriatı Kuran-ı Kerim'de yazanlardır. Son nebi Muhammed aleyhisselam da Kuran'a tâbi olmuştur.
Sonra seni emirden şeriat üzere kıldık. Öyleyse ona tabi ol. Bilmeyenlerin hevasına tabi olma.[Casiye Suresi 18] 

6- Kadınlar akılsızdır iddiası!

Sevgi ve hoşgörü timsali zannedilen celaleddin rumi, kadınları yerin dibine sokar. Hem de akıllarını çocuk aklıyla bir tutup asla danışılmaması gereken akılsızlar olarak gösterir. Kadın düşmanlığını yaymak için hadis uydurmayı da ihmal etmemiştir.
Ümmet ''Kiminle meşveret edelim'' dediler de peygamberler ''Mukteda olan akılla'' diye cevap verdiler. Hatta soran adam ''iyi ama ya hiçbir tedbirli, isabetli, aklı olmayan bir çocuk yahut kadın gelirse, onunla da meşverette bulunalım mı?'' deyince, peygamber ‘’onunla da meşvette bulun fakat ne derse onun zıddını yap, ona aykırı yola git'' dedi. Nefsini kadın bil, hatta kadından da beter. Çünkü kadın parçadır, nefsinse büsbütün şer. [Mesnevi, cilt 2, Beyit: 2269-72, Sayfa 174, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1995] 
Bu cümlelerde peygambere isnaden ''kadın ve çocuğa danışılmaz, kadının dediğinin aksini yapmak lazım'' iftirası atılmıştır. Halbuki İslam'da kadın-erkek birbirinin velisidir. Kadınlar erkeklerden aşağı değildir. İslam'da karakter ve amel önemlidir. Kuran'da övülen kadınlar vardır. Meryem validemiz ve Firavun karısı asiye övülen kadınlara örnektir.
‘’Allah iman edenler için Firavun'un karısını örnek verdi. (Asiye) demişti: ''Rabbim! Benim için senin yanında cennette bir ev yap. Beni Firavundan ve onun amelinden kurtar, beni zalimler kavminden kurtar. [Tahrim suresi 11]
Celaleddin rumi sadece kadın aklını küçümsemekle kalmamış, kadın rüyasını da küçümsemiştir. Kadının rüyasını erkeğin rüyasından daha aşağı görür. Hatta kadınlar renk ve güzel koku sevdiği için hayvana benzetip gönüllerini işkembeye benzetir. Bu kadın düşmanlığından Allah'a sığınırız.
Ahmak adamın rüyası da aklınca olur, aklı gibi değersizdir bir şeye yaramaz. Bil ki aklı ve ruhu da zayıf olduğu için kadının rüyası erkeğin rüyasından daha aşağıdır, daha değersizdir. [Mesnevi, Cilt 6, Beyit: 4319-20, Sayfa 343, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1988"] 
''Kadında hayvan sıfatı üstündür. Çünkü kadının renge, kokuya meyli vardır.'' [Mesnevi, Cilt 5, Sayfa 203, Beyit: 2466, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1995]
''Bir erkeğin gönlü, kadının gönlünden aşağıysa o gönül, işkembeden de bayağıdır gayrı!'' [Mesnevi, cilt 3, Beyit: 3129, Sayfa 255, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1995] 
İslam dininde ise kadınlar ve erkekler kendi karakterine göre ve yaptıkları amellere göre değerlidir. Üstünlük kadın yada erkek olarak doğmakla değil, takvalı olmakla mümkündür.
Erkeklerden veya kadınlardan her kim mümin olarak salih amel işlerse o takdirde dahil olurlar cennete. Ve hurma çekirdeğindeki çizgi kadar bile zulmedilmez. [Nisa Suresi 124] 
Şüphesiz ki; Allah'a teslim olan erkekler ve Allah'a teslim olan kadınlar, mümin erkekler ve mümin kadınlar, itaat eden erkekler ve itaat eden kadınlar, sadık erkekler ve sadık kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, huşu içindeki erkekler ve huşu içindeki kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, oruç tutan erkekler ve oruç tutan kadınlar, ırzlarını muhafaza eden erkekler ve muhafaza eden kadınlar, Allah'ı çok zikreden erkekler ve zikreden kadınlar için Allah onlara mağfiret ve büyük bir mükafat hazırladı. [Ahzab suresi 35] 

7- İslam'ı beğenmeyen Celaleddin Rumi!

Bunca hurafeden ve şirkten sonra Celaleddin Rumi'nin İslam'ı övmesi de beklenemezdi. Kendisine yakışanı yaparak ''müslüman da değilim, kafir de değilim'' diyerek deist olduğunu ima etmiştir.
Kâfirlikten de müslümanlıktan da dışarda bir alan vardır ki, o boşlukta bizim bir sevdamız var. Arif oraya erişince başını kor, orada ne küfrün ne de müslümanlığın yeri vardır. [Mevlana'nın Rubaileri 1, Sayfa 64, Rubai: 304, Milli Eğitim Basımevi, 1974 İstanbul] 
Allah teala ise müslüman olarak can vermemizi istemektedir. Yusuf peygamber de ''..Beni müslümanca vefat ettir ve beni salihlere kat.'' [Yusuf suresi 101] demiştir.

Ey iman edenler! Allah'a takvalı olun onun hak takvası ile. Ve sakın müslümanlık dışında ölmeyin. [Ali İmran 102] 

8- Şarap içen sarhoş evliya: Celaleddin Rumi!

Celaleddin Rumi, kendini Allah ile bütünleşmiş bir ilah olarak gördüğü için artık Kuran şeriatına da uymaz. Mesela şarap içmeyi över, şarap haram değil mi diye soranlara hakaret eder, cennette helalse dünyada da içerim diyerek Allah'ın emirlerini önemsemez. Şarapçı Celaleddin rumi'nin sözleri şöyle;
Şarap içen akıllıysa daha ziyade akıllı olur. Kötü huylu ise büsbütün berbat bir hale gelir. Fakat insanların çoğu kötü ve ahlaksız olduğundan şarabı herkese haram ettiler. [Mesnevi, Cilt 4, Beyit: 2157-58] 
Şarap iyi huyluları daha iyi huylu yapar diyen Rumi, kendisini iyi huylulardan gördüğü için gece gündüz şarap içer. İnsanlar arasında avam - havas ayrımı yaparak şarabın avam halka yasak olduğunu söyler. Kendi uydurduğu şeriata göre seçkin havas kesim şarap içebilir.

Hoşa giden her şey haram kılınmıştır ama bu halk için bir delil olamaz. Yoksa; ney, şarap, çalgı, güzel yüz ve saz alemi, olgun kişilere ziyan vermez. Ama bilgisiz halka yasaktır. [Mevlana'nın Rubaileri 1, Rubai: 1078, Sayfa 221, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1974] 

Şarabı kendine helal eden rumi, ''şarap haram değil mi?'' diye soranlara da hakaret ederek ''Sana haram bize helal'' demiştir.

Bir gün kıskanç fakihler inkar ve inatları sebebiyle Mevlana'dan: "Şarap helal mıdır veya haram mı?" diye sordular. Onların maksadı Şemseddin'in şerefine dokunmaktı. Mevlana kinaye yolu ile: "İçse ne çıkar; çünkü bir tulum şarabı denize dökseler deniz değişmez ve denizi bulandırmaz. Bu denizin suyu ile abdest almak ve onu içmek caizdir. Fakat küçücük bir havuzu, şüphesiz bir damla şarap pisletir. Böylece tuzlu denize düşen her şey tuz hükmüne girer. Açık cevap şudur ki , eğer Mevlana Şemseddin şarab içiyorsa, her şey ona mübahtır. Çünkü o deniz gibidir. Eğer bunu senin gibi bir kahpenin kardeşi yaparsa, ona arpa ekmeği bile haramdır," buyurdu. [Ariflerin Menkıbeleri 2, Ahmet Eflaki, Sayfa 94, Hürriyet Yayınları 1973, Çeviri: Tahsin Yazıcı]

Ayrıca Celaleddin Rumi, şarabı kendine helal etmek için cennetteki şarabı bahane etmiştir. Madem cennette şarap var, dünyada neden olmasın diyerek şarap fıçılarını evine doldurmuştur. Rumi için Kuran'da şarabın yasak olması da önemli değildir çünkü ''kamil saparsa küfür şeriat olur'' (Mesnevi, cilt 1, Beyit: 1613) diyerek kendi şeriatını uydurduğunu itiraf etmişti.

Derler ki: yüce cennetler olacak, içinde temiz şaraplar, iri gözlü huriler olacak. Madem ki işin sonu oraya varacak. O halde bizim şarabımız da, sevgilimiz de peşin elimizdedir. [Mevlana'nın Rubaileri 1, Rubai: 605, Sayfa 123, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1974] 

Cennette şarap olması oradaki nimetlerden biridir ve insanı sarhoş etmez. Dünyadaki şarap ise sarhoş eder ve yasaktır.  İslam dininde yasaklar her kesim için geçerlidir. Şarap hem alimlere hem de cahillere yasaktır. Büyük günah olduğu haber verilmiştir.

Ey iman edenler! Şarap, kumar, dikili taşlar, fal okları şeytan amelinden pisliktir. Öyleyse ondan kaçının, umulur ki felaha erersiniz. Oysaki şeytan sizin aranıza düşmanlık ve kin sokmak ister şarap ve kumar ile. Sizi Allah'ın zikrinden ve namazdan alıkoyar. Artık son verdiniz mi? [Maide suresi 90-91]
Sana içki ve kumardan soruyorlar. Deki: ''Onlarda büyük günah vardır. İnsanlar için menfaat de vardır ama günahları faydasından büyüktür.''...  [Bakara suresi 219]

9- Kâbe düşmanı Celaleddin Rumi!

Celaleddin Rumi, kendi şeriatını uydurduğu için müslümanların hacı olduğu kutsal mekanı da put olarak göstermiştir. Orada hacı olmayı değersizleştirip ''Sen bize gel, kıble biziz'' demiştir.
"Kâbe, taşa-topaca tapanlarla doludur; sen bize yüz tut, biziz Tanrı kıblesi." [Mevlana Celaleddin - Divan-ı Kebir, Cilt 5, Sayfa 19, Kültür bakanlığı yayınları 1992] 
İslam'da ise kâbe kutsal mekandır ve tavaf edip hacı olmak gerekir. Kâbe'yi İbrahim peygamber yeniden inşa etmiş, ibadet usullerini öğrenmek için dua etmiştir. bu dua sonrasında; tavaf etmek, namaz kılmak, kurban kesmek gibi emirler gelmiştir.
''İbrahim'e Beyt'in mekanını gösterdiğimiz zaman ''bana hiçbir şeyi şirk koşma ve evimi temiz tut; tavaf edenler ve ayakta duranlar ve ruku edenler ve secde edenler için. İnsanlar arasında haccı ilan et ki yaya olarak veya yorgun binekler üzerinde her derin vadiyi aşarak sana gelsinler. Menfaatlerine şahit olsunlar ve rızık olarak verdiğimiz şeyden dört ayaklı güdülen hayvanlar üzerine malum günlerde Allah'ın ismini ansınlar, Böylece ondan yeyin ve doyurun muhtaç fakiri.'' [Hac Suresi 26-28] 

10- Cinsel fanteziler anlatan Celaleddin Rumi!

Bu bölümde Celaleddin rumi'nin zihinleri kirletmek için anlattığı seks hikayeleri olacaktır. Eğer 18 yaşından küçükseniz bu satırları okumamanız önerilir. Böylece hem hayvanlarla hem erkek erkeğe cinsel sapkınlıklar anlatan Rumi'nin bilinç altınızı kirletmesine izin vermemiş olursunuz. Bu sapıkça hikayeleri de ''kıssadan hisse, ders vermek için anlatmış'' diyerek şirin göstermeye çalışanlar vardır. Halbuki İslam'ı anlatmak için seks hikayeleri anlatmak hiç bir peygamberin sünnetinde görülmemiştir. Bu hikayeler sadece müslümanların aklını bulandırıp onları saptırmayı amaçlamaktadır.

A- Eşekle cinsel ilişkiye giren kadın!

1335. O hilebaz halayığın bir kabağı vardı. Eşek kendisine ölçülü yaklaşsın diye kabağı, eşeğin aletine takardı. Yakınlaşma zamanında aletin yarısı girsin diye bu işi yapmaktaydı. Çünkü, eşeğin aleti tamamı ile girse rahmi de parçalanırdı, damarları da. Eşek boyuna zayıflayıp durmaktaydı. Eşeğin sahibi olan kadın da neden bu eşek böyle zayıflıyor, neden böyle kıl gibi inceliyor deyip dururdu. Fakat işin ne olduğunu anlamakta acizdi. Nalbantlara illeti nedir, neden zayıflamakta diye gösterdiyse de, 1340. Onda hiçbir illet görünmedi, kimse bunun iç yüzünü haber veremedi. Kadın bu işin aslını adamakıllı araştırmaya başladı. Her an eşeğin haline dikkat etmekte, neden böyle zayıfladığını bulmaya çalışmaktaydı. İnsanın adamakıllı çalışmaya kul olması gerekir. Çünkü her şeyi iyice arayan nihayet bulur. Eşeğin haline dikkat edip dururken bir de ne görsün? O halayık eşeğin altına yatmıyor mu? Bunu kapının yarığından gördü bu hale pek şaştı. 1345. Eşek, erkekler kadınlara nasıl yakınlaşırsa aynen onun gibi halayığa yakınlaşmış, işini becermekteydi. Kadın hasede düştü. Dedi ki, bu eşek, benim eşeğim, nasıl olur bu iş? Bu işin bana olması lazım ben işe daha ehlim. [Mesnevi, Cilt 5, Sayfa 112, Beyit: 1335-1345, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1995]

B- Kılık değiştirip kadınlara penisini elleten sapık!

3325.Sözü kuvvetli,cerbezesi yerinde bir vazeden vardı.Mimbere çıkmış vaız ediyordu.Kadın,erkek herkes mimberin dibine toplanmıştı. Cuha da bir çarşaf giyip yüzünü örttü,kadınlar arasına karıştı.Kimse onu tanımıyordu. Bir kadın,vaız edene gizlice sordu:Kasıktaki kıllar,namazın bozulmasına sebep olur mu? Vaiz dedi ki:Uzun olursa namaz mekruh olur. Ya hamam otuyla,ya ustra ile traş etmen lazım ki namazın tamam olsun,kabul edilsin. 3330.Kadın:Ne kadar uzun olursa namazın kabul olmaz dedi. Vaız eden dedi ki:Bir arpa boyu uzun olursa traş etmek farzdır. Cuha,hemen kızkardeş dedi,bak bakalım,benim kasığımın kılı o kadar olmuş mu? Tanrı rızası için elini uzat da bir yokla. Bakalım,mekruh olacak kadar uzamış mı? Yanındaki kadın,Cuhanın şalvarına el atar atmaz eline aleti geldi. 3335.Derhal şiddetli bir nara attı.Hoca,sözüm gönlüne tesir etti dedi. Cuha dedi ki:Hayır,gönlüne tesir etmedi,eline tesir etti.A akıllı adam,gönlüne tesir etseydi vay haline! O büyücülerin gönlüne birazcık tesir etti de onlarca sopa da bir oldu,el de. Padişahım,bir ihtiyarın sopasını alsan o sopa,onun eli ayağı olduğu için pek incinir. Halbuki onlar,elleri,ayakları kesileceği halde "Bize zarar olmaz ki"diye nara attılar,naraları gökyüzüne vardı.Hadi,gel kes dediler,can,can çekişmeden kurtulur. [Mesnevi, Cilt 5, Sayfa 272, Beyit: 3325-3339, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1995]

C- Tüğsüz oğlanla cinsel ilişkiye giren adam!

Bir iri adam bir oğlanı ele geçirdi. Bu adam bana kast eder diye çocuğun yüzü sarardı. Adam dedi ki “ Güzelim, emin ol.. sen benim üstüme bineceksin. Ben korkunç görünsem de aldırış etme, bil ki ben bir ibneyim. Deveye biner gibi bin üstüme, sür” İnsanların suretleriyle mânaları da işte böyledir. Dışardan adam görünürler, içerden melûn Şeytan! [Mesnevi , cilt 2, Sayfa 242, Beyit: 3155-3158, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1995]

Adamın biri bir oğlana kötülükte bulunurken oğlanın belindeki hançeri görüp "Bu neden," diye sordu. Çocuk, "Birisi benim hakkımda kötü düşünceye saplanırsa onunla karnını deşerim" dedi. Oğlancı adam, hem işin beceriyor, hem de Şükür Tanrı'ya ki ben sana kötülük düşünmüyorum diyordu... Bir oğlancı, evine bir oğlan götürdü. Onu baş aşağı edip düzmeye koyuldu. Bu sırada o mel'un çocuğun belinde bir hançer gördü. Dedi ki: Belindeki ne? Oğlan, kötü düşünceli biri hakkımda kötü bir düşünceye kapılırsa bununla karnını deşeceğim diye cevap verdi. Oğlancı, Tanrı'ya hamdolsun dedi, iyi ki ben sana bir hile yapıp kötü bir düşünceye kapılmadım. Sende adamlık olmadıktan sonra hançerlerin ne faydası var? Yürek olmadıktan sonra bunda ne fayda var ki? [Mesnevi, Cilt 5, Sayfa 205, Beyit: 2496-2500, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul 1995]

D- Şems'in Allah ile oynaşması!

Örneklerin en felaketi olan bu hikayede Celaleddin Rumi'nin hocası Şemsi Tebrizi'nin karısı kaybolur. Allah da şems'e üzülerek kadın suretine bürünüp gelir. Bir müddet şems ile oynaşıp koklaştıktan sonra tekrar göklere yükselir. Bu facia hikaye mevleviler tarafından gerçek kabul edilir. Sufilerin nasıl bir cinnet geçirdiklerini bu örnekle daha iyi anlayabilirsiniz.

Sultan Veled yine buyurdular ki: Mevlana Şems-i Tebrizi'nin Kimya Hatun adında bir karısı vardı. Bir gün Şems hazretlerine kızıp Meram bağları tarafına gitti. Mevlana hazretleri medresenin kadınlarına işaretle: "Haydi gidin Kimya Hatunu buraya getirin; Mevlana Şemseddin'in gönlü ona çok bağlıdır," buyurdu. Bunun üzerine kadınlardan bir grup onu aramaya hazırlandıkları sırada Mevlana, Şems'in yanına girdi. Şems, şahane bir çadırda oturmuş, Kimya Hatunla konuşup oynaşıyor ve Kimya Hatun da giydiği elbiselerle orada oturuyordu. Mevlana bunu görünce hayrette kaldı. Onu aramağa hazırlanan dostların karıları da henüz gitmemişlerdi. Mevlana dışarı çıktı. Bu karı kocanın oynaşmalarına mani olmamak için medresede aşağı yukarı dolaştı. Sonra Şems, "İçeri gel" diye bağırdı. Mevlana içeri girdiği vakit, Şems'ten başkasını görmedi. Bunun sırrını sordu ve: "Kimya Hatun nereye gitti?" dedi. Mevlana Şems: "Yüce Tanrı beni o kadar sever ki istediğim şekilde yanıma gelir. Şu anda da Kimya şeklinde geldi" buyurdu. İşte Bayezid'in hali de böyle idi. Tanrı ona daha sakalı bitmemiş bir genç şeklinde göründü. [Ariflerin Menkıbeleri 2, Ahmet Eflaki, Sayfa 92-93, Hürriyet Yayınları, İstanbul 1973]

Sonuç: Mesnevi Kuran tefsiridir iddiası tamamen yalandır. Bırakın Kuran tefsiri olmayı sıradan bir kitap bile değildir. İçinde müslümanlığı hiçe sayan ifadeler mevcuttur. İslam düşmanları da yıllarca müslümanları Kuran'dan uzak tutmak için ''Siz Kuran'ı anlamazsınız, en iyisi Evliyaların kitaplarını okuyun, Mevlana hazretlerinin Mesnevisini okuyanların Kuran okumasına gerek kalmaz'' demişlerdir. Arka planda Sufizm dini yayma amacı vardır. Celaleddin rumi, İslam diniyle alakası olmayan şişirilmiş bir balondur.

Soru: İslam'da tövbe almak var mıdır? Menzil cemaati sofileri her yıl Gavs'tan tövbe alıyormuş. Yakın olanların sıkça, uzak olanl...

Soru: İslam'da tövbe almak var mıdır? Menzil cemaati sofileri her yıl Gavs'tan tövbe alıyormuş. Yakın olanların sıkça, uzak olanların yılda bir kez oraya gitmesi gerekiyormuş. Günahlara tövbe etmek için her yıl menzile gitmek gerekir mi?

Cevap: Müslümanların her yıl gitmesi gereken günah çıkarma yerleri yoktur. Tövbe almak adı altında yapılan uygulama Hristiyanlıktaki günah çıkarma olayından farksızdır. Aslında her yıl kendilerine çağırma sebebi de müslümanların hac ve umre ziyaretine gitmesini engellemek içindir. Bunu kendi yayınladıkları kitapta açıkça görmek mümkündür.

Allah'a yemin ederim ki ben mürşidimin nazarını onun haccı gibi bin hacca değişmem. Ben çok defa şahit oldum ki hacca giden bazı kişiler hazneye gelip şahı gördükleri zaman variyedlerini tekkeye bağışlayıp, hac farizasından vaz geçip tövbe tarikat alarak geri dönerlerdi. Benim kanaatimce hazne yakınında üzerine toz deyen kişiyi cehennem ateşi yakmaz. İtiraz ederseniz bende derim ki, peygamber bir harb dönüşü buyuruyor ki: Biz küçük cihaddan büyük cihada dönüyoruz. Benim kanaatimce şahı haznenin ekmeğini yiyen cehennem girmeyecektir. Eğer benim 70 senelik amelim olsa şahı haznenin ekmeğini amelimden üstün tutarım. (Kaynak: Seyyid Abdulhakim El hüseyni - Gavsı Bilvanisi Hayatı, sayfa 32, Menzil kitabevi)

diyerek müslümanların hacca gitmek yerine o parayı tekkeye vermelerini ve tövbe alarak evlerine geri dönmeleri övmüşlerdir. Böylece vermek istedikleri mesajı cahillerin bilinç altına sokmaya çalışmışlardır. bu paragrafta demek istedikleri şey şudur: Hacca ve umreye gitmeyin, ona ayırdığınız parayı bize verin, her yıl tövbe almaya gelin. Hem gavsı bir kere görmek bin kere hacca gitmekten daha sevaptır.'' demek istemişlerdir. Allahu teala din adamlarının çoğunun Allah yolundan alıkoyduğunu şöyle haber vermiştir.

''Ey iman edenler! Şüphesiz ki ahbarların ve ruhbanların çoğu insanların mallarını bâtılca yerler ve Allah'ın yolundan alıkoyarlar. Altın ve gümüşü biriktirip Allah yolunda infak etmezler. Artık onları acıklı bir azapla müjdele. '' (Tevbe Suresi 34)

Ayette din adamlarının haksız kazançla para topladığı ve hurafe anlatarak Allah yolundan alıkoyduğu haber verilmiştir. Bu ayet tam olarak Gavsı Bilvanisi Hayatı, 32.sayfadaki olayı anlatmaktadır. Müritlerin hacca gitmektense şeyhi görüp tövbe almalarını tavsiye etmiş ve hac için biriktirdikleri paraya göz dikmişlerdir. Bu yüzden her yıl ipten tutarak tövbe alma merasimi düzenlenir. Amaçları Allah yolundan alıkoymak ve hristiyanlıktaki günah çıkarma olayını islam'a dahil etmektir. Kendilerine gelenlerin cehenneme gitmeyeceğini de söyleyerek bu yaptıklarını meşrulaştırmak istemişlerdir. ''Benim kanaatimce şahı haznenin ekmeğini yiyen cehennem girmeyecektir. Eğer benim 70 senelik amelim olsa şahı haznenin ekmeğini amelimden üstün tutarım. ''cümlesini sofilerin cenneti garantilediği izlenimi vermek için kitaba yazmışlardır.Böylece müslümanları kendilerine köle etmeyi amaçlamışlardır.

Sonuç: İslam'da tövbe almak gibi birşey yoktur. Her müslüman günahlarının affı için Allah'a dua etmeli ve günahı tekrar işlemekten kaçınmalıdır. Ancak bu şekilde tövbe etmiş olur.

Soru: Cinler yabancı insanlar mıdır? Bazı hocalar, cinlerin mekkelilerin tanımadığı başka yerlerde oturan yahudiler olduğunu söylüyor. Ha...

Soru: Cinler yabancı insanlar mıdır? Bazı hocalar, cinlerin mekkelilerin tanımadığı başka yerlerde oturan yahudiler olduğunu söylüyor. Hatta Hz. süleyman'ın emrinde çalışanların görünmez canlılar değil, yabancı kavimlerden insanlar olduğunu söylüyorlar. Bu konuda Kuran'da ne yazıyor?

Cevap: Cinler Kuran'da hep görünmeyen canlılar olarak geçer. Yabancı insan olarak hiç geçmez. İnsanlar ve cinler dinden sorumlu iradeli canlılardır. Zariyat 56: Ve ben cinleri ve insanları ancak bana kul olsunlar diye yarattım.

İnsanlar kurutulmuş çamurdan, cinler ise ateşten yaratılmıştır: ''(Allah) yarattı insanı, çömlek gibi kurutulmuş çamurdan. Ve yarattı cinni dumansız ateşten. Artık rabbinizin hangi nimetini yalanlıyorsunuz?'' (Rahman Suresi 14-16) Andolsun insanı biz yarattık, bekletilerek kurutulmuş çamurdan, şekil verilmiş balçıktan. Ve cinni daha önce semum (çölden yükselen kavurucu sıcaklık) ateşinden yarattık. (Hicr suresi 26,27)

Hz. Süleyman'ın yanında çalışan cinler de yabancı insanlar değil, görünmez canlı olan cinlerdi. Hatta Belkıs'ın tahtını kısa sürede getirmek isteyenlerden birisi cin türü olan ifrit idi. Cinler de kendi içinde farklı türlere ayrılır, ifrit bu cin türlerinden biridir. Kuran'da bu konu şöyle geçer: ''Cinlerden bir ifrit dedi: Sen makamından kalkmadan ben onu sana getiririm. Ve gerçekten ben buna güç yetiririrm.'' (Neml Suresi 39)

Kuran'da cahiliye döneminde cinlere tapanlar olduğu haber verilmiştir. ''İnsanlardan bazı adamlar cinlerden bazı adamlara sığınıyordu. Böylece onların azgınlığını artırdılar. '' (Cin Suresi 6) ayetinde insanlardan cinlere tapanlar olduğu bildirilmiştir. Kıyamet günü de Allahu teala meleklere insanları saptırdınız mı diye soracaktır, onlarda şöyle cevap verecekler: ''O gün onların tümünü toplayacak ve meleklere ''Bunlar mıydı size tapanlar?'' diyecek. (Melekler) Derler: Sen subhansın! Sensin bizim velimiz onlar değil. Hayır, onlar cinlere taptılar, onların çoğu onlara iman ediyorlardı. (Sebe suresi 40,41) Bu ayetlerde cahiliye devrinde bazı müşriklerin cinlerden medet umduğu, onlara kulluk ettiği haber verilmiştir. Böylece cinler onlarla dalga geçerek iyice kendilerine kulluk ettirmiştir. Cinleri de Allah'ın yarattığını bildiren ayet şöyledir: ''Allah'a cinleri ortak koştular, onları da (Allah) yarattı. Ve isnad ettiler oğullar ve kızlar, yanlarında bir ilim olmaksızın. O münezzeh ve yücedir vasıflandırdıkları şeylerden.'' (Enam suresi 100)

Ayrıca cinlerden bir gurubun Hz. Muhammed'i dinlediği ve kavimlerine Kuranı ileten elçi olarak döndükleri haber verilmiştir. Hatta o kadar çok cin dinlemiştir ki birbirlerini ezecek kadar toplaşıp keçe gibi olmuşlardır. Hz. Muhammed bu olayın yaşandığını daha sonra vahiyle öğrenmiştir. İlgili ayetler şöyledir: ''Ve şüphesiz ki o Allah'ın kulu (Muhamemd) yakarmaya kalktığı zaman (cinler) neredeyse onun çevresinde yığılacaktı.'' (Cin suresi 19) ayetinde cinlerin Hz. Muhammed'in etrafında yığılıp izdiham yaşanacak derecede kalabalık olduğundan bahsedilmiştir. O cinleri oraya Allahu teala sevk etmiştir. Onuda şu ayetten öğreniyoruz: ''Cinlerden bir gurubu Kuran'ı işitmeleri için sana yönlendirdik. Huzuruna geldikleri zaman ''susun'' dediler. Bitince kavimlerine uyarıcı olarak döndüler. Dediler: ''Ey kavmimiz! Gerçekten biz bir kitap işittik Musa'dan sonra indirilen. Onların elindekini tasdik eden, hakka ulaştıran, doğru yola sevkeden.'' (Ahkaf suresi 29,30) ayetinde cinlerden bir gurubun Hz. Muhammed'i Kuran okurken dinlediği ve iman ettikleri, kavimlerine uyarıcı olarak döndükleri bildirilmiştir. Bu olayın yaşandığını Hz. Muhammed şu ayetle öğrenmiştir: ''De:Vahyedildi bana cinlerden bir gurubun (Kuran) dinlediği sonra ''şüphesiz biz acayip bir kuran dinledik'' dedikleri. Rüşd'e ulaştırıyor, artık iman ettik ona, ve asla ortak koşmayız rabbimize kimseyi. Ve onun şanı çok yücedir, rabbimiz bir arkadaş veya çocuk edinmedi. Bizim sefih olanımız (iblis)Allah hakkında saçma şeyler söylüyormuş. Ve gerçekten biz, insanların ve cinlerin Allah hakkında asla yalan söylemeyeceğini zannettik. (Cin suresi 1-5) ayetlerinde Kuran dinleyen cinlerin müslüman oldukları, iblis'in cinleri bile Allah ile aldattığı haber verilmiştir.

Cinlerin varlığıyla ilgili diğer detay ise ışık hızında hareket edebilmeleridir. Göğe çıkarak meleklerin gelecek hakkındaki konuşmalarını dinlemeye çalışmalarıdır. Cin suresinde cinlerin göğe yükseldiği ama eskiden oturdukları yerlerde artık muhafızların olduğunu ve ateş topları ile karşılık verdikleri bildirilmiştir. İlgili ayetler şöyledir: ''Ve biz elbette dokunduk göğe, o zaman onu şiddetli muhafızlar ve kıvılcımlarla bulduk. Ve biz orada oturma yerlerinde otururduk dinlemek için, artık kim dinlemek isterse onu izleyen bir kıvılcım bulur. Ve gerçekten biz bilmiyoruz yeryüzündeki kişilere şer mi murad edildi yoksa rableri onlar için hayır mı diledi. (Cin Suresi 8-10) ayetinde cinlerin önceden melekleri dinleyerek haber aldığı, ama Hz. Muhammed göreve başlayınca artık çıktıkları yerlerde barınamadıkları haber verilmiştir. Böylece cinlerin kahinler ile yaptığı iş birliği sona ermiştir.

Sonuç: Cinler yabancı insanlar değildir. Ateşten yaratılmış iradeli canlılardır.

Soru: Nurcuların cennete girmesi garanti mi? Nurcu cemaatler insanlara ''Nurcular imanla kabre girecekler ve cennet ehli olacak...


Soru: Nurcuların cennete girmesi garanti mi? Nurcu cemaatler insanlara ''Nurcular imanla kabre girecekler ve cennet ehli olacaklar'' diyor. Müslümanlar cennete girmek için nurcu mu olmalı yoksa başka cemaatten mi olmalı? Hangi cemaate girersek cennet garanti olur?

Cevap 1- Nurcular cennetlik mi? Nurcuların cennetlik olduğunu söylemeleri kendilerine adam çekmek içindir. Üstad dedikleri Sadi nursi'nin yazdığı Risale-i Nurda İslam'a aykrı birçok cümle bulunur. Kuran tefsiri olduğu iddiası da yalandır. Hz. Muhammed bile cennet garantisi vermemişken başkalarının cennet garantisi vermesi şarlatanlık örneğidir.

Şirk örneği 1: Birinci Şuada iki üç ayetin işaretine göre risale-i nur'un sadakatli talebeleri imanla kabire girecekler ve cennet ehli olacaklar diye kutsal bir müjde ve kuvvetli bir iyi haber bulunduğu gösterildi. (Risale-i Nur Külliyatı, şuâlar Eddâi, Sayfa 601, Yeni Asya Neşriyat)
Şirk örneği 2: Risale-i Nur dairesi içine girenler tehlikede olan imanlarını kurtarıyorlar ve imanla kabre giriyorlar ve Cennete gidecekler’ diye müjde veriyorlar. (Risale-i Nur Külliyatı, şuâlar Eddâi, Sayfa 601, Yeni Asya Neşriyat)

İslam'da kimse cennete gideceğinin garanti olduğunu söyleyemez. Allahu teala bu konuda şöyle buyurmuştur:

Mearic suresi 26: Ve onlar ki, dîn gününü tasdik ederler. 27: Ve Onlar, Rab’lerinin azabından korkarlar. 28: Şüphesiz ki Rablerinin azabı emin olunmayandır.

Kuran'da apaçık şekilde  ''Şüphesiz ki Rablerinin azabı emin olunmayandır. (Mearic/28) yazmaktadır. Dolayısıyla cenneti garantiledim diyenler kâfir olur. Kafir olmak için sadece ''Allah yok'' demek lazım değildir. Kuran'daki bir ayete ters konuşanlar da Allah katından kâfir olurlar ve amelleri boşa gider. Müslüman özelliğini anlatan diğer ayette ise yataktan kalkıp hergün tövbe ve dua etmek gerektiği bildirilmiştir. Her gece Allah'a yalvaranlar ve şirk koşmayanlar cenneti umabilir lakin yine ''cenneti garantiledim'' diyemez.

Secde Suresi 16: Yanlarını yataklarından uzaklaşıp, Rablerine korku ve ümit ile dua ederler ve rızıklandırdığımız şeylerden infak ederler.

Cevap 2- Hangi cemaate mensup olmalıyız? Müslümanların herhangi bir cemaate girmesi gerekmez. Hatta cemaatelerin itikadına bakıldığı zaman kendi dinlerini uydurdukları görülür. Şuculuk buculuk fırkaları insanları kula kulluk etmeye sevk eder ve üstadlarını rab edinmeye kadar gider. Rab edinmek ise bir kişinin her dediğini Allah'ın vahyi gibi kabul etmektir ve yanlış davransa bile eleştirmekten kaçınmaktır. Üstadına toz kondurmamak onu putlaştırmaktır. İnsanları rab edinmek dindarlar arasında yaygındır. Bu konudaki ayet bizi uyarmaktadır.

Tevbe Suresi 31: Ahbarlarını ve ruhbanlarını Allah'ın aşağısından rabler edindiler. Ve meryem oğlu mesihi de. (Halbuki) Tek ilâha kul olmaktan başka bir şeyle emrolunmadılar. Ondan başka ilah yoktur. O şirk koştukları şeylerden münzzehtir. 

Bu ayet önceki ümmetlerin din adamlarını rab edindiğinden bahsetmektedir. Öncekilerin hatası din adamlarının her dediğine inanmak, sorgusuz itaat etmek ve toz kondurmamaktı. Aynı davranış günümüz cemaatlerde de görülmektedir. Bu yüzden müslümanların cennete girmek için hiç bir cemaate girmesi gerekmez. Hz. Muhammed'in getirdiği Kuran'a uymak yeterlidir.


Soru: Allah dilediğine hidayet eder, dilediğini dalalette bırakır ne demek? Kimin cennetlik kimin cehennemlik olduğunu Allah mı belirliyo...

Soru: Allah dilediğine hidayet eder, dilediğini dalalette bırakır ne demek? Kimin cennetlik kimin cehennemlik olduğunu Allah mı belirliyor? O zaman bizim imtihan edilmemizin ne anlamı kalıyor?

Cevap: Allah dilediğine hidayet eder demek, vahyi kabul edenlerin doğru yolu bulması demektir. İbrahim 4.ayette; resullerin kavminin diliyle gönderildiğini, mesajı anladıkları halde bazılarının iman edip bazılarının inkar etmesiyle Allah'ın dilediğini dalalette bıraktığını dilediğini hidayete ulaştırdığını anlıyoruz.

İbrahim Suresi 4: Biz resulleri ancak kendi kavminin lisanıyla gönderdik ki onlara beyan etsinler. Böylece Allah dilediği kişiyi dalalette bırakır, dilediği kişiyi de hidayete ulaştırır. O azizdir, hakimdir.

Eğer Allah tercih hakkı vermeseydi herkesi iman ettirseydi o zaman dilediğini saptırmış olmazdı. Sapanların sapmasına karışmadığı için dilediğini saptırmış oluyor.

Nahl Suresi 93: Ve eğer Allah dileseydi elbette sizi tek ümmet yapardı. Lakin dilediği kişiyi dalalette bırakır dilediği kişiyi hidayete ulaştırır. Ve yaptığınız şeylerden elbette sorguya çekileceksiniz.

Bu ayette, Allah müdahale etseydi bütün insanları tek ümmet yapardı yani herkesin iman etmesini sağlardı ama mudahale etmeyip kişilere seçim yapma hakkı veriyor. Resuller gönderip gerçekleri bildiriyor ve bazıları müslüman oluyor bazıları resulleri yalancı sayıyor. Böylece Allah dilediğini dalalette bırakmış dilediğini hidayete ulaştırmış oluyor. İnsanların seçim yapma hakkında karışmıyor. ''Yaptıklarınızdan sorguya çekilceksiniz '' diyerek seçimlerimizden sorumlu olduğumuzu bildiriyor.

Bakara 261. ayette ise dilediğine kat kat artırmaktan bahsedilmiştir. Allahu teala, servetini Allah yolunda haracayanların yani ihtiyaç sahiplerine sadaka verenlerin malının artacağını bildirmiştir. Kişi infak ettiği zaman Allahta kişinin malını artırır. Böylece dilediği kişiye kat kat artırmış olur.

Bakara Suresi 261: Mallarını Allah yolunda harcayanların örneği tohum yetiştiren gibidir, 7 başaktan her birinde 100 tane tohum bulunur. Allah dilediği kişiye kat kat artırır. Allah geniş'tir en iyi bilendir.

Sonuç: Allah'ın dilemesi, dileyen kişiye yöneliktir. Hidayeti dileyene hidayet verilir, dalaleti dileyen dalalet içinde kalır. Allah'ın saptırması da sapmak isteyenin içindekini dışarı çıkarmasını sağlamaktır. İmtihan edip içindekinin ortaya çıkması onu saptırmaktır. İblis imtihanı geçemeyip sapmıştır. (Araf 16)  Allah dilediğine kat kat artırır çünkü kişi malını Allah yolunda harcamıştır. (Bakara 261) Allah dilediğini dalalette bırakır çünkü kişi tercihini resulleri inkar yönünde kullanmıştır. (Nahl 93, İbrahim 4)